19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA VE GENÇLİK SPOR BAYRAMI
(19 Mayıs)
19 MAYIS 1919'DAN ÖNCEKİ DURUM
Güneşin ilk ışıkları, Boğaziçi'nin eşsiz güzelliği üzerine henüz yayılmağa başladığı bir sabah, uykularından uyanan İstanbullular, kapkara gövdeleriyle birtakım savaş gemilerinin Marmara açıklarından ağır ağır İstanbul'a doğru geldiklerini ürperti ile görmüşlerdi. Bütün Türk Yurdu'nun en ünlü şehri, Osmanlı İmparatorluğu'nun 500 yıllık Başkenti İstanbul düşman donanmaları tarafından işgal ediliyordu. O günlerde her Türk'ün içinde bulunduğu derin üzüntü bir kat daha artmış, bütün yurtseverler sonsuz bir tasaya kapılmışlardı. Bu işgal dört yıl süren, Osmanlı imparatorluğu�nun savaş ortakları ve Öbür devletlerin yenilgisiyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı�nın galiplerince düzenlenen bir ceza idi. Yani, yüzyıllarca egemen ve bağımsız olarak yaşamış, hükümdarlara taç giydirmiş, Viyana'dan Hint Denizi'ne kadar koca bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı Devleti, haritadan silini-yordu. Oysa Türk Ulusu başındaki devlet adamlarının şaşkın ve pek akılcı olmayan siyasetleri yüzünden âdeta zorla sürüklendiği bu savaş süresince şanlı ordusunun zafer haberlerini almaktan geri kalmamıştı.
Çanakkale'de, Galiçya'da, Arap çöllerinde akıtılan Türk kanı, birlikte savaştığımız devletlerin yenilgisi yüzünden boş yere harcanmış oluyordu. Hemen hemen her cephede sayısız zaferler kazanılmış, şehitler verilmiş, halk yoksulluk, hastalık ve güvensizlik içinde kalmıştı. Buna karşılık, devletin başında bulunan padişah ve O'nun hükümeti tüm bir tasasızlık içinde kendilerini olayların akışına bırakmışlardı.
İşte böyle bir hava içerisinde "Mondros Mütarekeresi" adıyla anılan anlaşma imzalandı. Buna göre, İstanbul ve Çanakkale gibi askerlik açısından önemleri bilinen şehir ve bölgelerimize düşman askerleri çıkarılacak, şanlı Türk Ordusu'nun silahlan elinden alınarak, askerlerimiz evlerine gönderilecekti. Böylece kısa bir süre sonra bütün yurdun düşman işgali altına alınacağı kendiliğinden anlaşılıyordu. Ne acıdır ki, bu açık gerçeklere rağmen o zamanki Padişah Vahdettin ve Osmanlı Hükümeti, çaresizliklerinden bu anlaşmayı imza etmekten çekinmediler.
Artık, İmparatorluk parçalanıyor, yüzyılların efendi ulusu olan Türk Halkı'mn bağımsızlığı elden gidiyordu. Durumdan bütün yurtsever Türkler derin bir üzüntü duymakta, herkes birbiriyle dertleşerek kurtuluş çareleri aramaktaydı.
Bu şaşkınlık anında, sağ duyusu ve serinkanlılığıyla olayların çok uzak sonucunu gören bir büyük komutan, Mustafa Kemal Paşa vardı. O, askerlik yaşamı boyunca sayısız zaferler kazanmış, özellikle Çanakkale Savaşlarında gösterdiği kahramanlıklarla ün salmış; büyük bir saygı ile anılan yüce bir komutandı. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce de, savaşın yenilgiye gittiği sıralarda da O'nun zamanın devlet adamlarına yol gösterdiği, ama sözleri dinlenmediği için memleketin bu felâketlerle karşılaştığı herkesçe biliniyordu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA HÜKÜMETİ UYARMAĞA ÇALIŞIYOR
Herkesin şaşkınlık içinde bocaladığı, daha acısı, Padişah'ın bile yalnız taht ve tacını kurtarmaktan başka bir kaygısı olmadığı o karanlık günlerde Mustafa Kemal'in dehasından doğan "kurtuluş ve düşmanla sonuna kadar savaşmak" fikri bir güneş gibi parlamıştı. Bu kurtuluş ve dayanışma fikirlerini önceleri en yakın arkadaşlarına açan Mustafa Kemal Paşa, bir süre sonra zamanın hükümet yetkililerine de açmaya başladı. Onlar, bu büyük adama yardımcı olmak şöyle dursun, aksine kendisinden kaçınmağa, hele fikirlerinden ürkmeğe başlamışlardı. Onlarca, Türkiye için her şey bitmişti. Bir ulusal direnme ülkenin basma yeni felâketler getirecek bir maceradan başka bir şey olamazdı. Yapılacak tek şey; elde kalan birkaç ilden ibaret yurt parçasıyla yetinip, Amerika veya İngiltere gibi güçlü bir devletin koruyuculuğuna sığınmaktan ibaretti. Yurtseverlikle ilgisi olmayan bu görüşler, Mustafa Kemal'i çileden çıkarıyor: "Yabancı bir devletin koruyuculuğunu kabul etmek gibi bir alçaklığa katlanmaktansa, yurdun egemenliğine kavuşması için ulusça savaşa savaşa Ölmek çok daha şereflidir." diyordu.
Bu düşünce ile bu kez de doğrudan doğruya Padişahla görüştü. Vahdettin! yurdun düşman saldırılarından kurtarılması için yardıma çağırdı. O'na, ülkenin içinde bulunduğu tehlikeleri bütün açıklığıyla ve çekinmeden anlattı. Ama, başına yeni dertler açarak şimdilik üzerinde oturduğu tahtının büsbütün elden gitmesi ihtimali Padişah'ı İngilizlerin oyuncağı durumuna getirmişti. Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa'-nın uyarısından yararlanmak şöyle dursun, böyle tehlikeli fikirler besleyen Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak için çareler aramağa başladı.
Bu görüşmelerin yapıldığı sıralarda ülke her geçen gün, biraz daha düşman baskısı altına sürükleniyordu. Mütareke hükümlerine uyularak ordunun dağıtılmasına başlamıştı.
Bu güvensizlik ve düzensizlik içinde ne Padişah'tan ne de O'nun hükümetinden yurda bir yarar gelmeyeceğini anlayan Mustafa Kemal Paşa, yılmadı. Şişli'deki evinde, güvendiği arkadaşlarıyla gizli gizli görüşmeler yapmaya, bu arada yabancı diplomatlarla da buluşarak Türkiye�ye karşı güdülen emellerin insan haklarına sığmadığım, ulusun her ne pahasına olursa olsun bağımsızlığını koruyacağını anlatmaya çalışıyordu. Denilebilir ki Şişli'deki ev; O'nun yurdun kurtarılması için tasarladığı, plânların ilk karargâhı olmuştur.
İstanbul'da yaptığı temaslar ve geliştirdiği fikir hazırlıklarından sonra Büyük Komutan artık Anadolu'ya geçerek kararlı önlemler almanın zamanı geldiğini anladı. Bunun için ne yapıp yapıp Padişahı ve Hükümet adamlarını kuşkulandırmadan kendisini Anadolu'daki ordu birliklerinden henüz silahları alınmamış olanlardan birisinin başına tayin ettirmesi gerekiyordu. Ne var ki, sadece ordu birliklerinin başına geçmek de O'nun tasarladığı büyük çaptaki işin başarılabilmesi için yeterli değildi. Valiler, Kaymakamlar gibi yüksek memur ve yöneticilere de emir verebilecek geniş yetkiler elinde bulundurması gerekliydi.
MUSTAFA KEMAL PAŞANIN ORDU MÜFETTİŞLİĞİNE ATANMASI
Bu tasarıları kafasında iyice olgunlaştırmış bulunan Mustafa Kemal Paşa, gerçekte o günlerde resmî bir göreve de sahip değildi. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında emrine verilmiş bulunduğu Yıldırım Orduları Komutanlığı'ndan bir süre Önce istifa etmişti. Bu istifanın nedeni de son derece önemliydi. Büyük asker, Mondros Mütarekesi'yle ulusumuza yüklenen yenilgi ve teslim şartlarına asla uyulamayacağını Hükümet Başkanı (Sadrazam) İzzet Paşa'ya çektiği bir telgrafta açıkça belirtmişti. Bu yüzden O'nun İstanbul'dan uzaklaştırılmasında yarar görülüyordu. Bunun içindir ki, Anadolu'ya atanmasıyla ilgili isteklerini, büyük kararını sezinleyemeden kabul ettikler. Böylece Büyük Komutan 30 Nisan 1919 günü. Padişah ve Hükümet'in kararlarıyla Anadolu'daki 9. Ordu Müfettişliğine atandı. İsteği üzerine kendisine ayrıca sivil devlet memurlarına emredebilme yetkisi de verilmişti.
Büyük Komutan daha ilk adımda sağladığı başarıdan son derece memnundu. Hemen yol hazırlıklarıyla birlikte, yanma alacağı arkadaşlarını seçmeğe ve yine kendince yararlı gördüğü kişilerle buluşmağa başladı. Tez elden de İstanbul'dan ayrılmak istiyordu. Çünkü hükümetin nasılsa yaptığı bu atamayı geri bırakması da her an düşünülebilirdi. Gerçekten de Hükümet Başkanı (Sadrazam) Damat Ferit Paşa, iyiden iyiye kuşkulanmaya başlamıştı. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa onuruna verilen bir yemekte Damat Ferit Paşa, yetkilerini ne şekilde kullanacağını, O'ndan belirli bir korkuyla sormaktan kendini alıkoyamamıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu ikiyüzlü, sinsi adama, girişeceği büyük mücadele ile ilgili konularda ip ucu ve renk verecek yapıda değildi. Hükümet Baş-kanı'nı (Sadrazam) birkaç kelime ile yatıştırmakta zorluk çekmedi. Ama aynı gün yakın arkadaşı ve zamanın Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa ile aralarında geçen konuşma pek ünlüdür.
Cevat Paşa : "Bir şey mi yapacaksın Kemal?" demişti.
Mustafa Kemal Paşa, eski silah arkadaşının gözlerinin içine bakarak ve çok kararlı, içten gelen bir sesle cevap vermişti:
� Evet Paşam bir şey yapacağım!
MUSTAFA KEMAL PAŞA SAMSUN YOLUNDA
Güneşli, pırıl pırıl bir bahar sabahı, İstanbul Limanı'ndan demir almağa başlayan küçük, yıllanmış ve bakımsız Bandırma Vapuru'ndakilere bir haber iletilmişti : "Sakın yola çıkmayınız, İngilizler vapurunuzu Karadeniz�de batıracaklar!"
Mütareke yıllarında İngilizlerin Türk Halkı'na yaptıkları baskıyı ve ölçüsüz tutumlarını bilenler, bu işin şakaya gelir tarafı olmadığını bilirler. Ne var ki küçük Bandırma Vapuru'ndaki "Büyük adam' onlardan çok daha gözü pek bir yaratılışta, yurdun kurtuluşunu sağlayacak bir kahramandı. Gelen haberciye gürledi : "Burada kalıp, tutuklanmaktansa, denizde boğulmayı tercih ederim."
Az sonra da ihtiyar Bandırma Vapuru'nun kaptanına emir verildi: "Kaptan, demir al! Ve mümkün olan hızla kıyıları izleyerek yoluna devam et!"
Tarih, o günü "16 Mayıs 1919" diye yazar. Mustafa Kemal Paşa yola çıkmıştır. O'nu ne Padişah, ne Damat Ferit, ne İngilizler, ne de Karadeniz'in azgın suları durduramaz. Mustafa Kemal ilerleyecek, ilerleyecektir.
Gerçekten de yolculuk çok çetin geçti. Bandırma Vapuru, her an alabora olma tehlikesi içinde, dalgalarla boğuşa, di-dine yol aldı. Bu çetin şartlar içindeki yolculuk üç gün sürdü. Çürük Bandırma Vapuru başardığı tarihi olaydan habersiz iskeleye yanaştığı zaman ağaran tan yeriyle birlikte 19 Mayıs 1919'un sabahı başlamış ve Atatürk Samsun'a ayak basmış bulunuyordu.
ATATÜKR'ÜN SAMSUN'A ÇIKTIĞI GÜN GENEL DURUM NASILDI?
Atatürk, Samsun'a çıktığı andaki duygu ve düşüncelerinin ne olduğunu Büyük Nutkunda şöyle anlatmaktadır :
"1919 Mayısının 19. günü Samsun'a çıktım. Durum ve genel görünüm :
Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı Ordusu her yanda zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes imzalamıştı. Büyük savaşın uzun yılları zarfında millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve ülkeyi genel savaşa sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve Halifelik yerini işgal eden Vahdettin yalnız kendini ve tahtını güvenceye alabilecek tedbir-
ler araştırmakta, Damat Ferit Paşa'nm Başkanlığındaki Hükümet güçsüz, korkak ve etkisiz.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
Anlaşma Devletleri ateşkes hükümlerine uymayı gereksiz görüyorlar. Birer vesile ile her taraf işgal ediliyor. Yunanlılar İzmir'e çıkmış ülkedeki Hristiyanlar, devleti iyice çökertmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu durum karşısında tek bir karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak. Bu kararın dayandığı en .güçlü düşünce ve mantık şu idi:
Esas, Türk Milleti'nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa malik olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve iyi yaşar olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet uygar insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden daha yüksek bir işleme lâyık olamaz.
Halbuki, Türk'ün haysiyet, şeref ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa mahvol-sun, daha iyidir."
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NNI MİLLİ BİRLİĞİ SAĞLAMA ÇALIŞMALARI
19 Mayıs 1919'da çalışmalarına hemen başlayan Mustafa Kemal Paşa, bir süre sonra Havza'ya geçti. Orada bütün ülkede millî bir teşkilât kurulması gerektiğini, iş başında bulunan komutanlara ve sivil memurluklara bildirdi. Daha sonra da bu millî teşkilatın nasıl kurulacağı bclirginleşti.
Mustafa Kemal Paşa Havza'dan Amasya'ya gelerek Rauf Orbay, Refet Bele, Ah Fuat Cebesoy gibi silah arkadaşlarıyla görüştü. Erzurum'da bulunan Kâzım Karabekir Paşa'yla bağlantı kurarak anlaştı. Ondan sonra ünlü Amasya Genelgesi'ni yayımladı. Bu genelge tarihi açıdan çok önemli bir belge ve karardır. Bu genelgede:
"Vatanın bütünlüğü ve ülkenin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti galip devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş tanıtıyor. Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır." deniliyordu.
Böylece Mustafa Kemal Paşa, ulusal egemenliği ve bağımsızlığı sağlama amacıyla milleti ortak bir noktada birleştiriyordu. İstanbul Hükümetiyle ilişkileri kopma noktasına kadar geldi ve bir gün koptu.
23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi toplandı. 5 Ağus-tos'da sona eren Kongre'de vatanın bir bütün olduğu, bu bütünlüğün milletçe korunacağı, Osmanlı Hükümeti bunu sağlayamazsa Kongre'nin geçici bir hükümet oluşturabileceği konusunda karar alındı. Kongre'de Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) seçildi.
4 Eylül'de de Sivas Kongresi toplandı. Burada da, Mebuslar Meclisi'nin toplanması konusunda karar çıktı. Bu amaçla Mustafa Kemal Paşa Başkanlığında Temsil Kurulu oluşturuldu. Ayrıca bu kongre de yurttaki bütün millî dernekler birleştirildi.
Mustaf Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti arasındaki görüş ayrılığı devam ediyordu. Bu sıralarda İstanbul'da bir hükümet değişikliği oldu. Yeni Hükümeti Ali Rıza Paşa kurdu. Bahriye Nazırı Salih Paşa Amasya'ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Sonuçta Salih Paşa Sivas Kongresi'nin kararlarını kişisel olarak kabul ettiyse de Hükümetine kabul ettiremeyip görevinden istifa etti. Salih Paşa'nm girişimiyle Sivas Kongresi'nin, sadece Mebuslar Meclisi açılması kararı Kabine'ce kabul edilmişti.
Nihayet Mustafa Kemal Paşa Temsil Heyeti ile birlikte 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldi. Ankara'da yöneticiler ve halk tarafından coşkun bir şekilde karşılandı.
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi de 12 Ocak 1920 de İstanbul'da toplandı. Bu Meclis'in yaptığı tek ve büyük hizmet, 2 Ocak 1920 günü Misak-ı Millî (Millî and) yi kabul etmesi oldu. Kısa bir süre sonra işgal kuvvetleri Mebuslar Meclisi'ni basarak zorla dağıttı.
Bütün bu gelişmeler ülkemizi 23 Nisan 1920 gibi umut dolu, inanç dolu, güven dolu mutlu bir güne getirdi. Artık Türk Milleti'nin gerçek temsilcisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştu. O'nun güçlü, yürekli ve kararlı Başkanı Mustafa Kemal Paşa vardı. TBMM'nin iradesi altında sürdürülen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda milletimiz hak ettiği bağımsızlığını ve ulusal egemenliğini kazandı.
19 Mayıs 1919'da Samsun'da başlatılan kararlı mücadele Türk Milletini lâyık olduğu yönetim olan Yüce Cumhuriyete ulaştırdı.
Böylece millete ve kendilerine güvenemeyenler mahcup oldular. Kendisine ve halkına güvenen Mustafa Kemal Paşa haklılığını tüm dünyaya kanıtladı. Ülkelerin işgal edilmekle insanlarının esir edilemeyeceğini, bağımsızlığın bir inanç, bir bilinç ve kararlılık meselesi olduğu kanıtlandı. Türk Milleti'nin Yüce Önder'ine güvenci, kendisine olan saygısı, hak ettiği sonuca ulaşmasını sağladı.
İşgal edilen, paylaşılan, ama her karışı için can verilen topraklarımız üzerinde yepyeni bir devlet; Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Asıl çağdaşlaşma, toplumsal ilerleme bundan sonra yine Başkomutan'm önderliğinde sağlanacaktı. Milletimiz bunu da başarmasını bildi.
19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMININ ANLAM VE ÖNEMİ
Her yılın 19 Mayıs'ı bütün Türk Ulusu'nun, özellikle Türk Gençliğinin bayramıdır. Bu büyük günün Türk Gençliği'ne armağan edilmesi yakın tarihimizin önemli olaylarıyla sıkı sıkıya ilgilidir. Bunun için 19 Mayıs'ın anlamını Türk Gençli-ği'nin çok iyi kavraması gerekir.
Birinci Dünya Savaşı'nda yenik sayılan Osmanlı İmpara-torluğu'nun, bir yandan egemenliğine son verilirken öbür yandan da Anadolu'nun şehir ve kasabaları birer birer düşman saldırısına uğruyordu.
İşte bu şartlar altında Mustafa Kemal, yıpranmış, hatta devlet olarak egemenliğini yitirmiş bir İmparatorluğun yerine yepyeni, modern, genç ve dinç yeni bir Türk Devleti kurmak, herşeyden önce yurdumuzun toprak bütünlüğünü korumak için Anadolu'ya geçerek savaşmağa karar verdi. Mustafa Kemal Paşa'nın giriştiği bu iç ve dış savaşlar,-O'nun 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışıyla başlamaktadır. Mustafa Kemal Türk Milleti'ne ve Türk Gençliği'ne karşı duyduğu sonsuz güvenle, atıldığı bu savaştan galip çıkararak yeni Türk Devleti'ni kurdu.
Temellerini attığı bu genç devletin gelişerek yücelmesi de ancak Türk Gençliği'nin çalışmalarıyla, onların beden ve ruh sağlığıyla başarılabilirdi. Bundan ötürü Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ve İnkılâpların muhafaza ve savunulması görevini, inandığı ve en çok güvendiği Türk Gençliği'ne verirken, onların beden ve ruh sağlığını koruyacak çalışmalarının sonuncunu her yıl Türk Milleti'nin gözleri önüne sermesine fırsat verecek bir bayramla kutlamayı düşündü. 19 Mayıs 1919'da O'nun Türk Milleti'ne ve Gençliği'ne güvenerek savaşa atıldığı günü Türk Gençliği'ne "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak armağan etti.
Türk Gençliği de, bu bayram dolayısıyla Ulu Önder'ini anmak, O'nu sonsuza dek yaşatmak amacıyla bayramının adını : Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak değiştirdi.
Türk Gençliği artık Atatürk'ü çok iyi özümlemiş, O'nun amaçlarını iyi kavramış, İnkılâplarını korumaya ve geliştirmeye söz vermiştir. Atatürkçü çizgide güvenle ilerledikçe kalkınacağının, yükseleceğinin, saygmlaşacağımn bilincindedir.
Artık, Türk Gençliği ve Atatürk özdeşleşmiştir. Kemalizm,
Atatürkçülük, gençliğimizin tek ve resmî ideolojisidir. O'nun kutsal emanetleri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cum-huriyet'i dünya durdukça yaşatmak için Ata'sına söz vermiş, and içmiştir.
Atatürk, gençliğimizin yüreğindeki sevgi, bileğindeki güç, dilindeki marş, beynindeki ışık olarak sonsuza kadar yaşayacaktır.
19 Mayıs, Samsun'dan, Cumhuriyete uzanan yolculuğun başlangıç günüdür. Atatürk'ün bu bayramı gençliğe armağan etmesi anlamını daha da pekiştirmekte, 'daha da yüceltmektedir
PAŞA'M
Keşke sen olsaydın ve daha güçlü, daha aydın günlere beraber yürüseydik seninle!
Bak, Türkiye'n nasıl büyüdü, nasıl yüceldi senin aydın yolunda. Cumhuriyeti armağan ettiğin halkın nasıl senin izinde gidiyor.
Bizler, çocukların ise yaktığın meş'aleyi söndürmemek için, aydınlık bir gelecek için, ülkemiz için hep en iyisini yapma gayret ve çabasındayız. Devamlı ileriye bakıyoruz sabır ve inançla.
Bizim olan bu vatan için ant içtik çıkar gütmemeye; cehaletle savaşmaya; ilimde, fende hep birinci sırada olmaya; dürüst, güvenilir ve çalışkan olmaya; mutluluğa, aydınlığa ve güzel geleceğe...
Belki zaman zaman ülkenin manzaraları karşısında, hiç görmediğim mavi gözlerin hüzünleniyor. Oysa ki Türk gençliği hüzünlü gözlerinden değil, insanı delip geçercesine keskin ve kararlı bakışlarından güç alıyor. Sen sakın üzülme!Üzülme ki bizler de seni hayal kırıklığına uğratmanın ümitsizliğini ve çaresizliğini yaşamayalım.
Sen bil ki; gelecek bizim, yarınlar bizim ve en önemlisi bu vatan bizim! Dünya döndükçe de öyle kalacak ve dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız hiçbir zaman yere inmeyecek ve boynunu bükmeyecek.
Sevgili Ata'm
Sevgili Ata'm,
Ben, bize bıraktığın cennet yurdun bir köşesinden sana sesleniyorum. Seni hiç görmedim, seninle konuşamadım. Seninle aynı havayı teneffüs edemedim. Sana çiçek sunmak isterdim. Bıraktığın cennetin bahçelerinden dal dal, boy boy; alı yeşiline karışmış demetler sunmak isterdim.
Sana, içine yurdumun kokusu sinmiş bir mektup yazıyorum. Her kelimesinde Akdeniz'i,Karadeniz'i göreceğin; her cümlesinde İzmir'i, Ankara'yı okuyacağın ve her hecesinde Samsun'un yaylalarını, çiçeklerini, pınarlarını hissedeceğin. Mektupta beni, bizi, kısaca tüm ulusumu göreceksin.
Mektubumda, sana güneşin ışıklarını, toprağımın verimini, yağmurumun bereketini getireceğim. Sana, ilkbaharda tohum saçan köylümün çalışkanlığını, tahta başında ders veren öğretmenimin azmini, ekmek ve kitap parası için sokakta simit satan çocuğun alın terini getireceğim. Şehit olmuş asker anasının feryadını, kundaktaki bebeğin hayata ilgisini, okul yolunda bir öğrencinin hayallerini getireceğim.
Kim bilir ne çok özlemişsindir Anafartalar'ı,Çanakkale'yi,İzmir'i?... Belki hâlâ özlemini duyuyorsundur Samsun'a ayak bastığın ilk günün... Bize ders olarak anlatılan Çanakkale'den, Arıburnu'ndan insanımın sesini. Bandırma Vapuru'yla Samsun'a yol aldığın Karadeniz'den köpük köpük deniz kokusunu gönderiyorum.
Aradan geçen bunca seneden sonra biz de seni çok özlüyoruz. Sana şiirler yazıyoruz. Her gün, her an sevecen bir gülümseyişle bize bakıyorsun. Sen bizi duyuyor, görüyorsun. 2000 yılında,Cumhuriyetimizin 77. yılında senin başarılarını sahipleniyor, onlarla öğünüyoruz. Bilmem bana inanıyor musun?
Ben, seni seviyorum Atatürk'üm. Seni çok seviyorum. Sana ve yurduma lâyık biri olarak yetişeceğime söz veriyorum. Sen bizlere kılavuzluk etmeyi sürdüreceksin. Senin rehberliğinde çağdaşlığa, uygarlığa, bize gösterdiğin hedeflere, aklın ve bilimin ışığına kavuşacağız. Sensiz olmuyor sevgili Atatürk'üm!
Mektubumun sonunda sevgili Atatürk, senden bize inanmanı, bize güvenmeni ve sonsuzluk uykusunda rahat olmanı diliyorum. Bizler, hepimiz, ilerde doktor, öğretmen, mühendis olacağız. Bizler, senin yenilikçi, coşkun ruhunu taşıyan MUSTAFA KEMALLER olarak yetişeceğiz. Sana söz veriyorum.
Sana bunları anlatabildiğim için, sesimi sana duyurabildiğim için, ulusumun selâmını sana iletebildiğim için mutluyum. Mutluyum, çünkü artık ben de bir MUSTAFA KEMAL'im!..
ATATÜRK, GENÇLİK VE TOPLUM
DOÇ. DR. ALİYE MAVİLİ AKTAŞ (*)
Biyolojik, psikolojik, kültürel ve toplumsal özellikleriyle çocuklukla yetişkinliği birbirine bağlayan bir köprü olarak değerlendirilebilecek bir dönem olarak"gençlik" çok boyutlu bir dönem olmanın güçlüklerini kapsamaktadır. Kültürümüz de "delikanlılık" olarak tanımlanan bu dönem kimine göre "fırtına, stres" dönemi kimine göre "sessiz çalkantı" olarak nitelendirilmektedir (Özbay, Öztürk, Aktaş, 1992). Tanımlamalardaki farklılıklar ve vurgulamalar her ne biçimde olursa olsun gençlik, ikinci bir doğum süreci olarak yetişkinler arasında yerini ve konumunu alabilmeyi, belli bilgi, beceri ve tecrübe kazanabilmeyi ifade eder. Gençlik dönemi ana-babaya bağımlılıktan bağlılığa, topluma aktif, üretken sorumlu bir birey olarak katılımı ifade eder, gencin içinde bulunduğu topluma sorumlu ve aktif bir birey olarak katılımı kolayca gerçekleşebilecek bir süreç değildir. Sosyal olgunluğa erişmek olarak ele aldığımız bu dönem içindeki gencin üç önemli boyutu olan bağımsızlık, kimlik ve cinsel kimliğe uygun olan davranışları kazanarak topluma üretken bir birey olarak katılabilmeyi başarabilmesi oldukça önemlidir.
Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan Büyük Atatürk,Cumhuriyetimizi, en iyi şekilde savunup, koruyup, kollayacağına inandığı Türk Gençliğine emanet ederek, bu gruba güvenini teyit etmiştir. Türk gençliğini Atatürk'ün eserlerinin temel taşı olarak değerlendirmek mümkündür. Nitekim yüce Atatürk bu düşüncelerini 1918'in karanlık günlerinde şu şekilde ifade etmektir.
"Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet yalnız aziz memleket ve milletin hakkındaki payansız muhabbetim değil, bu günün karanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ziya serpmeğe, aramağa çalışan bir gençlik gördüğündendir.
Nitekim, Kurtuluş Savaşımızın ilk günlerinde 1919'da Atatürk'ün Samsun'a ayak basışında Türk gençliği adeta yeniden doğmuş sorumluluklarının önemini farketmiştir. Ulu önder Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra da gençliğe verdiği değeri ve önemi hep sürdürmüştür. O, Türk gençliğinin en zor durumlarda bile başarılı olacağına inanıyordu. Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için gerekli kudretin Türk gençliğin damarlarında asil kanda mevcut olduğunu ifade ederken Türk gençliğine olan sarsılmaz inancın, büyük bir hitabet örneği içinde ortaya koyuyordu.
Büyük önder gençliğe inanırken, onlara açık bir sorumluluk yüklemiş, vatanın ve milletin bekçiliğini gençlere bırakmıştır. "Gençliğe Hitabesini" yakın arkadaşlarıyla paylaştığı gün, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini şu şekilde ifade ediyordu.
"Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği Cumhuriyete inananlara, koruyanlara ve yaşatanlara emanet etmek lazımdır."
Kurtuluş Savaşından Cumhuriyet devrimleriyle Atatürk'ün güvenine mazhar olan bu yaş döneminin içinde bulunduğu sosyal-psikolojik konumunu tartışmak istiyorum.
Coşkulu atılgan ve çalkantılı bir dönem olarak gençlik hayallerin, tutkuların ve ideallerin filizlendiği sıkı arkadaşlıkların yaşandığı, yeniliğin ileriye doğru atılımların yapıldığı kendini kanıtlama ve kendi kimliğini bulma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdir.
Bu dönemde karşımızda tedirgin, güç beğenen, çabuk tepki gösteren bir genç vardır. Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, büyüklerin deyimiyle uçarıdır, haylaz ve gözü karadır. Çabuk sinirlenip, olur olmadık her şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestiremez olur. Çalışma düzeni bozulmuştur, istekleri artmıştır. Kendine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıklığından yakınır. Genç bu dönemde anne ve babanın uyarılarına birden tepki gösterir, hep karşı yanıtlar verir. Sürekli bir gidiş-geliş içindedir. Evde pek durmak istemez, dönüş saatlerine aldırmaz, yemeğe geç kalır, dağınık ve savruk olur, ilgileri artmış, gel geç hevesleri çoğalmıştır. Süs ve giyime, müziğe, spora ilgisi artmıştır. Genç kız ayna karşısında saatler geçirir bir sivilcesi için gün boyu uğraşır. Genç erkek boyasız ayakkabısına bakmaksızın günün modasına uyar, saçını uzatır. Zayıflık, şişmanlık, uzun veya kısa boy, yüz hatlarının düzgün olup olmayışı sorun olmaya başlar. Gizliliğe önem verir, odasına kapanır, kapısını kilitli tutmak ister, şiirler öyküler yazar, uzun düşler kurar. Toplumsal olaylara ilgisi artar. Anne ve babasına aykırı fikirleri ileri sürmek, onları eleştirmek fırsatını kaçırmaz. Genç bu tür davranışları sürdürmekten özel bir tat alır gibidir. Kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir etkileşim ve savaş içinde görünür. Gençliğe yönelik umutları bu dinamik etkileşimi ve savaşma azmi vermektedir. Ancak bu noktada, kritik bazı durumların da ortaya çıkması söz konusudur. Söz gelimi gençler ana-babalarının otoritesinden kurtulup bağımsızlık kazanmak isterken ve dışındaki farklı arkadaş gruplarının ve tepkisel hareketlerin içinde eylemci olabilir. Gençlerin duygu ve davranışlarındaki çelişkiler dönem özellikler itibariyle tabii karşılanabilir.
Bu dönemi bazı gençlerin daha sakin, bazılarının da daha gürültülü geçirmesi mümkündür. Eğitimciler, ana-babalar olarak gençlerin bu gelişim dinamiklerini çok iyi kavramak ve onları anlamak sorumluluğumuz olduğunun bilincindeyiz. Ancak zaman zaman onlarla arkadaş olalım derken bizden bekledikleri etkili ebeveynlik ve eğitimciliğin gereği yerine getirememiş olabiliriz. "Ben ondan daha çok tecrübeliyim" diyerek de gereksiz sürtüşme ve çatışma alanları yaratmış olabiliriz. Her şeyden önce her birey, her genç kendine has bireysel özellikler ve kapasitesi ile varlığını devam ettirmek ve içinde yaşadığı topluma katkıda bulunmak ister. Yetişkinlerin, gençlerin bireysel sınırlarına müdahale etmeden onların kendilerini gerçekleştirme imkânı yaratmalarından Türk toplumu kazançlı çıkacaktır. Kendi bireysel kimliğine saygı duyan, kendine güvenen bir gencin, biz yetişkinlerin uzantısı olmadan da yapabileceklerine güvenmek ve inanmak ihtiyacındayız.
Atatürk gençliğin her zaman kendine güvenini ve bir gün onlara bırakılacak yüksek görevleri gerçekleştirebilecek kudret ve yetenekleri güçlendirmek için yapılması gerekenleri iyi bilen ve bulup uygulayan bir kişiydi. Onun, oldukça başarılı olduğu bir alan da gençlikte yarattığı duygu ve heyecandır. Türk Gençliğinin dış düşmanlara, hatta içerdeki gaflet, hiyanet ve delalet içinde olanlara karşı ne kadar uyanık olunması gerektiğini, millî birlik ve beraberliğimizin ne derece önemli olduğunu ifade ederken ne kadar haklı ve uzağı gören bir devlet adamı olduğunu bugün ülkemizde yaşanmakta olan olaylar ortaya koymaktadır.Bu gün ülkemizde farklı düşünce akımları birçok genci müridi yapma eylemi içindedirler. Ancak Atatürk'ün vurguladığı millî birlik ve ülke geleceğinin huzur içinde devamını engelleyecek boyutlarda bölücülüğe dönüşmemesini sağlayacak olanlar Türk gençleridir. Nitekim Atatürk gençleri bu sorumluluğu üstlenecek yapıda görmüş ve gençlere bugünler kadar yarınları düşünmelerini, yarınları sürekli geliştirmelerini önermiştir. Bu görüşlerini;
"Biz her şeyi gençliğe bırakacağız, o gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır, gelecek umudunun ışıklı çiçekleri onlardır" sözcüklerle ifade etmiştir. Onun gençliğin kapasitesine inancı ve güveni tamdı.
Atatürk bir başka konuşmasında gençlerimizin gerçeği sevmesini, gerçeği aramasını, ve gerçeği düşünmesinin önemli olduğunu vurgularken, gençlerimizin ilerleme ve başarı konuşlarını ilim ve fen de çağın gerektirdiğini (bilgisayar kullanma vb.) yaşantılarına aktarabilmeleri gerektiğini gündeme getirmiştir. Gençlerin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik düzey(ailenin geliri ve imkânları) içinde bulunduğumuz çağın gereklerini kullanabilme şanslarını sınırlayabilir. Ancak kendi gerçeklerini seven, gençler, bulundukları yerde ve düzeyde pasif ve edilgen bir tutum içine girerse, gerçeği aramaktan yoksun kalabilirler. Bu da onların, içinde bulundukları gerçeği sorgulamaktan uzak bir tutum benimsemelerine yol açar. Oysa sorgulayan ve faaliyet içinde olan genç, kendi potansiyelini yerinde ve zamanında kullanırken sosyal ve kültürel zenginliklere de katkıda bulunabilir. Uğraş verdiği sanat, sportif faaliyetler, akademik çalışmalardan kendileri kadar, toplum da istifade eder.
Atatürk 18Mart 1923'de gençlere şu cümleleriyle seslenmiştir.
"Saygıdeğer gençler, yaşamak durmadan uğraşmaktır. Bundan dolayı yaşamda iki şey vardır. Yenmek ve yenilmek. Size,Türk Gençliğine bırakıp emanet ettiğimiz vicdanı inan, yalnız ve durmadan yenmektir. İnanıyorum ki, her zaman yeneceksiniz. Milletin yükselmesi koşulları ve nedenleri için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle bocalamayın. Milleti o yüksek dereceye götürmek için dikilecek engelleri hep birlikte önleyeceğiz ve sonunda kesinkes o hedefe ulaşacağız. O hedef:En medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmek, Millî kültürümüzü medenî milletler seviyesi üstüne çıkarmaktır."
Türk gençliğinin bağımsızlığını kazanma sırasında otorite figürleri (anne-baba-öğretmen vb.) ile direniş içine girmesinin doğal yanları olduğu daha önce belirtildi. Gençler kişiliğini ispatlamayı olumlu yollardan gerçekleştiremezse olumsuz yollara da başvurabilir, kendi kararlarını kendi kendine vermek yerine, ebeveynlerin isteklerini yapmak, bir çocuk gibi ebeveyne tabii ve bağımlı kalmak, onun bir uzantısı gibi algılanmak olacağından otorite ile ayrı bir birey olduğunu vurgulamak için çatışmaya girebilir. Gencin bu yöndeki çatışmalarının cinsel olgunluğa girildikten sonra azalacağının göz önünde bulundurulması gerekir. Bu gerçek hem gençler, hem de yetişkinler tarafından göz önünde tutulmalıdır. Onları anlama, kendimizi anlatma ve anlaşmaya ulaşma oldukça zor ama anlamlı bir çabadır. Onları anlamadan, kendi kafamızdaki gerçekleri ve doğruları anlatmaya kalkışmak anlaşmayı ortadan kaldırabilir ya da tek taraflı olarak mesaj verilmesine neden olur. Oysa içinde bulunduğumuz şartlar, yetişkinlerin tecrübe ve bildiklerinin, gençlerin eylemde bulunma arzu ve hevesleriyle birleşmesini gerektirmektedir. Gençlik döneminin sonunda, kendi problemlerini, ülkenin problemlerini ele almada ve çözüm sağlamada daha etkin ve olgun bir tarz edinen gençlerimize güvenerek onlarla anlaşma zeminlerinin devam ettirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bireysel kimliğini, meslekî kimliğini, cinsel kimliğini geliştirirken sorulan Ben kimim? Ne olacağım? sorularına verilecek cevaplarda, gençlere güvenen, destek sağlayan yetişkinlerin olması, toplum olarak hepimizin kazancını sağlayacaktır.
Büyük Önder Atatürk'ün gençlere güvenini,"Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizlersiniz. Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizlersiniz".Cümleleriyle ifade etmiştir.
21. yüzyılda gençlerimizin kendi bireysel sınırları içinde sorumlu, duyarlı ve çalışma azmi içinde önemli görevler üstlenerek, ülke kalkınmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz.
19 MAYIS'IN ANLAMI
PROF. DR. DURSUN ALİ AKBULUT (*)
Türk Tarihinde kutlanması gereken günler vardır. Bunlardan biri 19 Mayıs 1919'dur. 19 Mayıs 1919 Anadolu'da yeni Türk Devleti'nin fiilen temellerinin atıldığı gündür ve Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin başlangıcıdır. Yüce Önder Atatürk'ün Büyük Nutkunu bu olayla başlatması, doğum gününü soranlara 19 Mayıs'ı işaret etmesi bunun kanıtı sayılmalıdır. 19 Mayıs'ın millî bayram olarak ilân edilmesi bu yargıyı daha da pekiştirmektedir. Atatürk, gerek Millî Mücadele döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde yurdumuzun birçok şehrini ziyaret etti. Bu ziyaretler, o şehirlerin mahallî övünç günleri olarak kutlandığı halde sadece 19 Mayıs yasa ile millî bayram kabul edildi.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. İstanbul'da yaklaşık altı ay kaldı. Bu süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükûmetin kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı aydınlatmaya çalıştı. Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde ortaya koydu. Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı. Böylece Millî Mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı. Millî Mücadele Anadolu'dan başlatılacaktı. Bunun için öncelikle birer görevle Anadolu'ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev terkedilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul'a dönülmeyecek, çalışmalar gayrî resmî bir tarzda sürdürülecekti. Samsun'dan başlayan süreçte, onun tutum ve davranışları izlenecek olursa bütün bu prensiplere bağlı kaldığı görülecektir. Başlangıçta kendisiyle birlikte Millî Mücadeleye atılan arkadaşları arasında, zorunlu olmadıkları halde İstanbul'dan verilen emirlere hemen uyarak görevini bırakanları, bununla kalmayıp İstanbul'a dönenleri, söz konusu prensiplere aykırı davrandıkları için Nutuk'ta ağır bir biçimde eleştirmektedir. Yüce Önder'i diğerlerinden ayrı ve üstün kılan, azmi, iradesi, kararlılığı, milletine sevgisi ve güveni, zafere olan mutlak inancıydı. Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandıktan sonra, heyecanla Harbiye Nezareti'nden çıkarken, "kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa"(1) hazırlanıyordu. Oldukça sıkıntılı, zahmetli bir yolculuktan sonra,Samsun'da milletiyle kucaklaştı.
Samsun, mülkî taksimatta doğrudan Dahiliye Nezareti'ne bağlı Canik Sancağı'nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba, Birinci Dünya Savaşı'nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Genel savaş sırasında özellikle Rus istilâsına uğrayan Türk topraklarından göç eden çok sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın rengi, havası birden bire değişmiş, yeni gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı. Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontusçu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz'de dolaşmakta olan İtilâf donanmasından, Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi ihlâl ediyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve korumasız Türkleri öldürüyorlardı. 9 Mart 1919'da Samsun'a çıkarılan 200 kişilik İngiliz birliği, Pontus çetelerini büsbütün şımarttı. Mütakerenin bozulacağı endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor, ya da asayişsizliği önlemede yetersiz kalıyordu. Bu durumda sırf nefs-i mûdafaa için Türkler de harekete geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin terör faaliyetlerini seyreden İngilizler, seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümeti'ne bir nota vererek Orta Karadenizde Türklerin hırıstiyanları katlettiklerini bildirdiler, bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulundular. Esasında olay bunun tam aksineydi. İngilizler gerçekleri tahrif ederek, Pontusçuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyorlar bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı. İstanbul Hükümeti hemen bölgeye yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine bir araştırmadan sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı. Çünkü O, ikinci meşrutiyetin çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandandı. İşte bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'un dolayısıyla bütün Anadolu'nun ve Türk Milletinin kader çizgisi kesişiyordu. O büyük insan, sebatla, inançla, doğru bildiği yoldan ayrılmadan Türk Milletinin geleceğini kurtaran kahraman oldu.
Mustafa Kemal Paşa'ya asayişsizliğe neden olan olayları tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Atatürk, söz konusu yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul Hükümeti'nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtmektedir. Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu'ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar. Nasihat Heyetleri, Tahkik Heyetleri,Teftiş Heyetleri adı altında Anadolu'da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu. Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle birinci derecede alâkadar oluyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderilmesi İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu da kimden ve ne ölçüde sonuç beklendiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.?u halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatla kullanmak, mutlak zafere ulaşabilmektir. Mustafa Kemal Paşa'nın başarı sırlarından biri de budur.
19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı olmakla kalmadı, yeni Türk devletinin çağdaş değerlerle milletler ailesi içerisinde yerini almasını da sağladı. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı andan itibaren zihnini meşgul eden problem millet iradesinin devlet hayatımıza yansıtılmasını sağlamaktı. Hatta denilebilir ki bunu kurtuluşun önüne koymuş millî mücadelenin vaz geçilemez ilk şartı saymıştı. 19 Mayıs'ı izleyen günlerde yapmış olduğu yazışmalardaki terminolojiye bakılacak olursa, bu açıkça görülür. İzmir söz konusu olduğunda "ordu ve millet bu işgalî tanımayacaktır" derken bunu kastediyordu. Samsun'dan Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniye"den amacı da buydu. Kurtuluş mücadelesi ancak milletle birlikte kazanılabilirdi. Milletle kazanılan mücadeleyi, yine milletle taçlandırmak lâzımdı. Yayın hayatına başlamalarına öncülük ettiği ilk iki gazeteden biri İrade-i Millîye, diğeri Hakimiyet-i Millîye adını taşıyordu. Bu değerler ve kavramlardır ki onu Türk Milletinin kalbinde "milletin kurtarıcısı", "devletin kurucusu" payesine yükseltmiştir.
BAYRAMLA İLGİLİ ANLAMLI VE GÜZEL SÖZLER
� Türkiye Cumhuriyeti'nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına sesleniyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Anlamada, düşünmede, tarihte buböyleydi. Eğer bugün Batı, teknikte bir yükselme gösteriyor. Ey Türk Çocuğu, o suç da senin değil, senden öncekilerin
bağışlanmaz ihmalinin sonucudur.
ATATÜRK
� Genç düşünceli demek, gerçek düşünceli demektir.
ATATÜRK
� Sağlam bir gençlik, Türkiye'nin mayasıdır.
ATATÜRK
� Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
ATATÜRK
� Her çeşit spor çalışmalarını, Türk Gençliği'nin millî eğitiminin ana öğeleri saymalıdır.
ATATÜRK
� Gençlerimizin her şeyden önce millete güven vermeleri gereklidir.
ATATÜRK
ATATÜRK ve GENÇLİK
- Gençler,
Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz.
- Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: "Demek adliyeyi de islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!" Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!" İste benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!
- Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın (kültürün) müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik (uygulama) mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir.
- Gençlerin her şeyden önce millete güven vermeleri gereklidir.
- Bir gün ulusu sizin gibi beni anlamış gençliğe bırakacağımdan çok memnun ve mesudum.
- Her kafanın anlamaktan aciz olduğu yüksek bir varlıktır gençlik
- Rica ile, merhamet dilenmekle bir millet ve devletin şeref ve istiklâli kurtarılmaz. Türk milleti, gelecek nesiller için bunu unutmamalıdır.
- Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını öncelikle kendi düşüncelerinde iyice kararlaştırılmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilir bir hâle getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Biliyorum ki ihtiyarlarımız gibi gençlerimizin de tecrübeleri vardır. Zira milletimizin yakın senelere ait gördüğü acı dersler, yakın yılların en yoğun olaylar ile dolu oluşu, devrimizin gençlerini eski devirlerin ihtiyarları kadar ve belik onlardan fazla olayın şahidi, dolaysıyla gençliğimizi ihtiyarlar kadar tecrübe sahibi yaptı. Herhangi bir gencimiz yaşadığı devrin belki üç katı oranında olaya şahit olduğu için her gencimiz üç misli yaş sahibi sayılabilir, onları da ihtiyarlar gibi tecrübeli kabul edebiliriz. Gençliğimizin sahip oldukları bu tecrübelerden istifade ederek çalışkan, memlekete faydalı ve büyük imanla donatılmış olarak vazifelerini hakkıyla yerine getireceklerine eminim.
- Her şeye rağmen muhakkak bir ışığa doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletimin hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir.
- Arkadaşlar, Gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.
- Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum.
- Vatanın bütün ümidi ve geleceği size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.
- Biz her şeyi gençliğe bırakacağız... Geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.
- Gelecek için hazırlanan vatan evlâtlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim.
- Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ( Türkiye Cumhuriyeti Devleti ) ona bırakacağım ve gözüm arkamda olmayacak.
- Sizin gibi gençlere malik bulundukça, bu vatan ve milletin, şimdiye kadar elde etmeği başardığı zaferlerin üstüne çok daha büyük zaferler koyabileceğine şüphe etmiyorum.
- Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol...
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
ATATÜRK ve SPOR
- Türk sosyal bünyesinde spor hareketlerini düzenlemekle görevli olanlar , Türk çocuklarının spor hayatını yüceltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak azmiyle spor çizmezler. Esas olan bütün yaştaki Türkler için Beden Eğitimi sağlamaktır.
- Spor yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlâk da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler , zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben Sporcunun zeki ,çevik aynı zamanda ahlâklısını severim.
- Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin ; hiç kimseyi aldatmayacaksın ; memleket için hakiki mefkûre ne ise onu görecek , o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat sen buna mütehammil olacaksın; önüne nihayetsiz manialar yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük zayıf ,vasıtasız , hiç telâkki ederek , kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın. Bundan sonra sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.
- Her çeşit spor faaliyetini Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lâzımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha çok ciddi ve dikkatli davranması , Türk gençliğinin spor bakımından da milli heyecan içinde , itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır.
- Türk milleti anadan doğma sporcudur. Henüz yürümeye başlayan köy çocuklarını bile harman yerinde güreşirken görürsünüz. Ata en çok , ve iyi binen yalnız Türk erkekleri değildir. Türk kadını da bu işi iyi bilir.
- Türk çocuklarına sporun bu günkü tekniğini öğretmek ve bunların bir kısmını bazı törenlerde ve bayramlarda dekor ortaya koymak gerekir. Buna lüzum var mı, yok mu ? gibi soruya söyle cevap verilebilir. Esasen yoktur ; fakat hakikati ufak bir örnekle ispat edebilmek için gereklidir.
- Müspet bilimlerin temellerine dayanan , güzel sanatları seven , fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık delilidir.
- Tatbik eden , icra eden, karar verenden daima kuvvetlidir. · Hakikati konuşmaktan korkmayınız.
- Açık ve kat' i söyleyeyim ki , sporda muvaffak olmak için her türlü muavenetten ziyade, bütün milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmış olmak ve ona kalpten muhabbet ve onu vatani vazife telâkki eylemek lâzımdır.
- Dünyada spor hayatı, spor alemi çok önemlidir. Bu kadar önemli olan spor hayatı bizim için daha önemlidir.
- Her boy ölçüşmede arkalarında Türk Milletinin bulunduğu ve Millet şerefini düşünmelerini Türk sporcularına meslek düsturu olarak kaydediyorum.
- Türk sosyal bünyesinde spor düzenlemekle vazifeli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yüceltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak azmiyle spor yaptırmazlar. Esas olan bütün yaştaki Türkler için beden eğitimi ve terbiyesini sağlamaktır.
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK